31 Ocak 2012 Salı

Paul Auster'la son kitabı "Kış Günlüğü" üzerine bir röportaj


Türkiye'ye gelemem çünkü Paul Auster’in son kitabı ‘Kış Günlüğü’ ABD'den bile önce ve ilk olarak Türkçe basılıp, Türkiye'de yayınlandı. Dünyaca ünlü yazarla kitabını konuşmak üzere Brooklyn’de buluştuk, Atatürk'ten Nazım Hikmet’e, Obama'dan Erdoğan'a geniş bir yelpazede söyleşirken Auster’in Türkiye’ye gelmeyi neden reddettiğini de öğrendik.                                                                                                                                                     












‘Kış Günlüğü’ kitabınız ilk önce ve neden Türkiye’de yayınlandı?

- Evet, Türk okurlar dışında kimse okumadı henüz. Şubat ayında Danimarka ve İspanya’da yayınlanacak. ABD’de ağustos ayında çıkması planlanıyor. Tamamen programla ilgili. Türkiye'deki yayıncı erken davrandı (Can Yayınları). 

Şu anda yeni bir kitap üzerine çalışıyor musunuz?
- Bir şeyler karalıyorum ama kitap olur mu bilmiyorum henüz. ‘Brooklyn Çılgınlıkları’ kitabından sonra uzun süre yazacak bir konu bulamadım, aylarca beklemem gerekti. Garip olan, şimdi kitaplar arasında daha uzun bir süre bekliyorum ama daha hızlı yazıyorum.

Öykü yazarı olan babam her kitabını bitirişinde "Artık yazmayacağım, bu son kitabım" der. Ya siz?
- Aynen öyle. Her son cümlede ben de aynı şeyi söylerim. Zira, yazdığınız sürece kendi hayatınızı yaşamıyorsunuz. Oysa, yaşamak gerekir yeniden yazabilmek için.

Edebi eserlerinizde kurgu ve gerçek o kadar iç içe ki sormadan edemeyeceğim, yaşadıklarınızı mı yazıyorsunuz, yoksa bazen yazdıklarınız bir yaşanmışlığa dönüşüyor mu?
- Hayır, sadece tek yönlü bir etkilenme. Bilinçaltımdan geliyor. İçimde bir şeylerin gömülü olduğunu biliyorum; bazen yüzeye çıkarlar ve onu takip ederim, nereye gittiğini gözlemlerim, hissetmeye dair bir duygu bu. İfade edemeyeceğim bir duygu.

Senaryo yazarken nasıl hissediyorsunuz?
- Bir filmin öyküsünü yazmak bambaşka. Tamamen farklı bir süreç. Sahneleri, diyalogları, kişileri ve ekibi önceden planlamanız lazım, ayarları ona göre yapmanız gerekiyor.

Türkçe’ye çevrilmiş 25’den fazla kitabınız var. ‘Timbuktu’nun film olacağı doğru mu?
- Öyle bir proje geldi bir hanımdan. Çok da ısrarcıydı. Merak ettim ve senaryoyu yazmasını istedim ama sonucu hiç beğenmedim.

Kitaplarınızdan bir Brooklyn sevdalısı olduğunuzu anlıyoruz. Peki Brooklyn olmasaydı nerede yaşardınız?
- Bunu düşünmek bile istemiyorum! İki hafta sonra 65 yaşında olacağım. Hayatımın 32 yılını yani yarısını burada geçirdim. Brooklyn her çeşit insanın yaşadığı bir yer. Ama bütün büyük şehirler gibi Brooklyn’in de çirkin ve güzel tarafları var.


NAZIM HİKMET 20. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ ŞAİRİDİR
 Nobel Edebiyat Ödülü sizin için ne ifade ediyor?
- Neye göre verildiğini bilmiyorum. Bazen iyi yazarlar alıyor, bazen değil ama kimin kazandığını duymak her zaman ilgimi çekmiştir. Bir ödülün yazar için o kadar da değerli olduğuna katılmıyorum. Bence 20. yüzyılın en büyük üç yazarı Proust, Joyce ve Kafka. Sanat bir olimpiyat yarışması gibi algılanmamalı.

Latin edebiyatından kimleri okuyorsunuz?
- Malûm herkesin okuduğu isimler: Marquez, Vargas Llosa, Roberto, Fuentes, Borges, Cortazar, yakın zamanda kanserden kaybettiğimiz, Arjantinli yazar dostum Tomas Eloy Martinez... 'Santa Evita' adında çok çok ilginç bir roman yazdı, Eva Peron’un kayıp naaşına dair.

Nazım Hikmet okudunuz mu hiç?
- Okudum, çok severim. 20. yüzyıl Türk şiirinin en önemli şairidir.


DÜNYADA KAOS VAR
Arap Baharı ve Ortadoğu’da yaşananlar Türkiye’yi olumsuz etkiliyor. Suriye’ye bakın! Esad dünyanın en aptal politikacılarından biri. Ülkesini mahvetti. Ortadoğu'da hatta tüm dünyada bir kaos sürüyor. Genelleştirme yaparsak ki bu ABD, Ortadoğu ve Avrupa için geçerli, herkesin fikir birliği ettiği bir durum var: Sistemin ve değerlerin yeniden düzenlenmesi lazım. Ekonomik sistem, sosyal sistem, öncelikler, çevrecilik yeniden yapılandırılmalı. Dünyamıza daha fazla adalet ve eşitlik lazım. Çok az zengin ve çok yoksul var. İletişim çağında yaşıyoruz ve artık herkes her şeyin farkında. Ortadoğu’ya bak, Mısır’da devrim nasıl çabuk yayıldı çünkü insanlar daha hızlı iletişim kuruyor. Bir örnek vereyim: 1930’larda Sovyetler Birliği’nde Stalin’in kararıyla 10 milyon toprak sahibi çiftçi öldürüldü. Çünkü o zaman iletişim ağı yoktu. Ama şimdi günümüzde telefonla bile bir katliamın fotoğrafını çekebilirsiniz. Irak’taki hapishanede Amerikan askerlerinin yaptığı şeytani vahşet yine böyle ortaya çıktı.


ŞİMDİDEN SÖYLÜYORUM OBAMA YİNE KAZANACAK
Bakın, şimdiden söylüyorum, seçimlere daha 11 ay var ama Obama kazanacak. Cumhuriyet Parti hiç bu kadar uzlaşmasız, yetişkinlikten uzak hatta bir çocuk gibi davranan tavırda olmamıştı. Cumhuriyetçi adaylar çok zayıf: Mitt Romney’in açık zaafları ortada, kimseye hitap etmiyor. Obama açık farkla kazanacak. Önemli şeyler yaptı. Hayatımda gördüğüm hiçbir başkanın yapmadığı kadar... En zoru deniyor. Otomotiv sektörünü kurtardı. GM, Chrysler batma noktasına gelmişti. Devlet bütçesiyle kurtardı onları ve para bütçeye döndü. Ama kimse bu konuda Obama’yı övmüyor. Daha dün Kanada ve Teksas arasındaki petrol hattını bloke etti, Kongre’ye acil bir karar için müdahale etti. Belki herkes saldıracak Obama’ya bu müdahale için ama çevrecilik açısından doğru bir karardı.


NE DE OLSA ZAMAN AZALIYOR...
Paul Auster'ın kendi hikâyesine dönerek yazdığı 'Kış Günlüğü', sıradan bir yaşam öyküsü değil, usta bir kalemden çıkmış roman gibi bir yaşam. Auster, bu kitabı neden yazdığını kendi cümleleriyle şöyle açıklıyor: "Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikâyelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur."


YAPMAYIN, SAKIN YAZAR OLMAYIN KENDİNİZİ PARASIZLIĞA MAHKUM ETMEYİN
Yazar olmak isteyenlere tavsiyeniz neler?
- Okuma günlerimde de aynı soru soruluyor, şöyle yanıtlıyorum: “Yapmayın, yazar olmayın, yalnızlık ve parasızlığa kendinizi mahkum etmeyin!” Eğer tavsiyemi dinlerlerse, bu kadar kolay vazgeçeceklerse zaten yazar olamayacakları bellidir. Ama tavsiyemi dinlemeyip yazmaya devam ediyorlarsa yazarlık içlerindedir, yazar olurlar.

OLAĞANÜSTÜ LİDER: ATATÜRK
Atatürk olağanüstü bir devlet adamı. Olağanüstü bir lider. Türkiye’yi baştan yaratan eşsiz biri. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra dağılan Osmanlı’dan Türkiye’yi yarattı ve modern dünyaya dahil etti. 20. yüzyılın en önemli tarihi kişiliklerinden bence.


AUSTER'E CEZVE VE İSTANBUL KİTABI
Ayrılırken Paul Auster’a, yaklaşan doğum günü için cezve, Türk lokumu ve İstanbul’a gelmesini teşvik umuduyla fotoğraflı bir ‘İstanbul’ kitabı, Ayşegül Durakoğlu’nun ‘Alla Turca’ CD'sini, İlhan Berk’in İngilizceye çevrilen şiir kitabını ve kendisi gibi yazar eşi Siri Hustvedt’e vermesi içinde sabun seti hediye ediyorum.

 İnternet ve otomobil kullanmıyor AUSTER'DAN NOTLAR
* Hayatında internet kullanmamış, ihtiyaç da duymamış, önce deftere yazıyor, sonra Olympus marka daktilosuyla temize çekiyor: “Bana kalem lazım, kelimelerin çözülmesi için fiziki bir jest olmalı’ diyor.

* Yine yazar olan, ilk eşi Lydia Davis’le Fransız Devrimi'nden sonra inşa edilmiş, 1794 yapımı taş bir çiftlikte aylarca bekçilik yaptı, Provence'ta kekik ve lavanta kokularıyla uyandı. Norveç asıllı 31 yıllık çok sevdiği şimdiki eşi Siri’dense her kitabında bahsediyor.

* Çocukluğundan beri bir beyzbol tutkunu. Hâlâ maçları kaçırmıyor. Koyu bir ‘New York Mets’ taraftarı.

* Rolling Stones dergisine çıplak kapak olan kızı Sophie için Bush karşıtı şarkı sözleri yazmış.

* Çok iyi bir şoför olmasına rağmen, ‘Kış Günlüğü’nde anlattığı talihsiz otomobil kazasından beri direksiyon başına geçmiyor. Tam 10 yıl olmuş. Şehre metro veya taksiyle iniyor.


ORADA NELER OLUYOR
Hapiste yatan yazar ve gazeteciler yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddediyorum! Kaç kişi oldu? 100’ü geçti mi? Biz demokratlar Bush’lardan kurtulduk. Bir savaş suçlusu olarak yargılanması gereken Cheney’den kurtulduk. Neler oluyor Türkiye’de! En çok endişelendiğim ülke. Demokrat yasaları olmayan ülkelere gitmiyorum davet alsam da. Aynı sebeple Çin’den gelen davetleri de geri çeviriyorum. Bu hükümetleri protesto ediyorum.


Röportaj: Buket Şahin / buket@buketsahin.com
Alıntılanan Çevrimiçi Kaynak:http://www.hurriyet.com.tr/pazar/19789789.asp 



Notos'tan alternatif '100 Temel Eser'


Edebiyat dergisi Notos, Milli Eğitim Bakanlığı’nın listesine alternatif "100 Temel Eser" listesi hazırladı. 192 edebiyatçı ve eğitimcinin belirlediği listenin ilk sıralarında, Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik'in kitapları yer alıyor.


Her yıl farklı bir konuda düzenlediği yıllık soruşturmalarına bir yenisini ekleyen iki aylık edebiyat dergisi Notos, bu sayısında konuyu "100 Temel Eser" olarak belirledi. 192 yazar ve eğitimcinin yer aldığı soruşturmaya 741 eser adı verildi. Liste, Milli Eğitim Bakanlığı'nın "100 Temel Eser"ine alternatif olma niteliği taşıyor.
Sonuçlara göre "100 Temel Eser" listesinde 59'u Türk, 41'i dünya edebiyatından eserler yer alıyor. Listede 13 yaşayan yazarın eseri de bulunuyor.
Notos listesini belirleyenler arasında; Ahmet Telli, Ayfer Tunç, Cemil Kavukçu, Gaye Boralıoğlu, Gündüz Vassaf, Hakan Bıçakçı, Hakan Günday, İnci Aral, Jale Parla, Leyla İpekçi, Müge İplikçi, Nazlı Eray, Orhan Alkaya, Özcan Karabulut, Sadık Yalsızuçanlar, Sema Kaygusuz, Tanıl Bora gibi isimler var.


Listenin ilk üç sırasında Yaşar Kemal'in "İnce Memed 1", Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" ve Sait Faik'in "Alemdağ'da Var Bir Yılan" adlı yapıtları yer alıyor.
Notos’un "100 Temel Eser" soruşturmasının ilk 20 eseri şöyle:
1- İnce Memed 1, Yaşar Kemal
2- Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar
3- Alemdağ'da Var Bir Yılan, Sait Faik
4- Memleketimden İnsan Manzaraları, Nâzım Hikmet
5- Don Kişot, Cervantes
6- Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali
7- Sevgili Arsız Ölüm, Latife Tekin
8- Bütün Öyküleri, Sait Faik
9- Suç ve Ceza, Dostoyevski
10- Parasız Yatılı, Füruzan
11- Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupery
12- Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali
13- Dönüşüm, Kafka
14- Tutunamayanlar, Oğuz Atay
15- Bereketli Topraklar Üzerinde, Orhan Kemal
16- Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel Garcia Marquez
17- Çavdar Tarlasında Çocuklar, J.D. Salinger
18- Aylak Adam, Yusuf Atılgan
19- Sevda Sözleri, Cemal Süreya
20- Beyaz Kale, Orhan Pamuk

Alıntılanan Çevrimiçi Kaynak:http://www.ntvmsnbc.com/id/25318155/

30 Ocak 2012 Pazartesi

Oğuz Atay // Eylembilim (1998)


 Kendi boyutlarında kalamaz mıydı? Asistana baktım: Kalamazdı. Bu, daha nice asistanları parçalayıp istediği boyutlara getirmiş bir dişli çarktı. Ben de kim bilir kime benzemiştim? Hepimizi benzetmişlerdi. (Sayfa 23)

Eylembilim, 12. baskısı 2010 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan, Oğuz Atay imzalı bir roman. 114 sayfalık eserin ilk bölümü bulunamamış ve eser Günlük’e eklenerek yayınlanmıştı. Ailesinin çabaları ile bulunan kayıp bölümle birlikte Oğuz Atay, tam bir eser sunarak çıkıyor karşımıza. Müteveffanın ne denli mühim bir şahsiyet olduğunu bilmeyenler, hayat öyküsüne bir göz atmalı derim. 

Gelelim esere… Yazarın ölümünden sonra yayımlanıyor eser. İletişim Yayınları, internet adresinde, Eylembilim’i şöyle tanımlamakta:

Ülke 12 Mart arefesindedir. Öğrenci çatışmaları, üniversite işgalleri, forumlar... Romanın kahramanları, olaylar karşısında saf tutmaya ya da tutmamaya çalışan “akademikler”dir. Bir üniversitede gelişen olaylar, bir matematik profesörünün, Server Gözbudak’ın “hatırat”ından nakledilir. Oğuz Atay Eylembilim’de, Cevat Çapan’ın “Oğuz Atay’a Mektup”ta belirttiği gibi, kara mizah gösterilerinden birinin daha doruklarına ulaştırıyor bizleri...

Çatışmalar, bölünmeler… Yoğun yaşanan an’lar. Taraf tutmaya mecbur hisseden kitleler. Öte yanda, Server Gözbudak. Kendi varlığının bilincinde bir profesör. İşin, profesörlük makamına ulaşmakla bitmeyeceğini görebiliyor. Bir gün, artık ona asistanlık ve belki de yaltaklık yapacak bir asistanla ilgili şu sözleri sarf ediyor:

Hangimize karar verecekti sonunda? Bana mı? Refik Beye mi? Ona göre sınıfta büyüyecekti, ya da küçülecekti. Kendi boyutlarında kalamaz mıydı? Asistana baktım: Kalamazdı. Bu, daha nice asistanları parçalayıp istediği boyutlara getirmiş bir dişli çarktı. Ben de kim bilir kime benzemiştim? Hepimizi benzetmişlerdi. (Sayfa 23)

Oğuz Atay ironisine, aynı sayfadan bir örnek verelim. Asistana yanında çalışmasını istemediğini söyledikten sonra iç ses devreye girer ve anlamsızca çekilen sıkıntılar –anlamlı olanlar dururken- üzerine konuşur.

Onu reddettim hiçbir neden göstermeden. Sevinmiştir. Ne kadar anlamsız sıkıntılar çekerse, bir gün başarısı o kadar anlam kazanır. (Sayfa 23)


Eğitime Dair

Eser boyunca, artık küflenmeye yüz tutmuş eğitim camiasına da bolca göndermelerde bulunulur. Üniversitede derse giren profesör Gözbudak, öğrencileri hakkında şu acımasız gerçeği dillendirir:

Bana yeni devredilen talebelerimin yüzlerine şöyle bir baktım. Bir kütle olduklarını düşünürüm onların; yalnız ön sırada oturanlar biraz insana benzer, ötekiler onları saran bir yığındır. (Sayfa 24)

Kopyaya dair (her zamanki gibi ironik):

Batılı öğrenciler kopya kelimesini duymamışlardı bile. Bu kelimeyi biz icat etmiştik. Fakat nedense icat ederken de İtalyancadan ya da Fransızcadan almıştık. (Sayfa 33)

Bilim üretmesi beklenen üniversitelerin hali ortadadır bugün bile…


İçsel Tespitler

Atay’ın tespitleri sadece bunlarla sınırlı kalmaz elbette. İçsel sorgulamalar da bir Atay klasiği olarak eser boyunca akar gider:

İnsanın geçmişinden kaçabilmesi için, kendinden kaçabilmesi gerekiyor. Bunu da bilinçsizce gerçekleştirirse sürdürebilir. (Sayfa 29)


Olayları birebir yaşarken dahi zihni kendi iç dünyasındaki sorgulamalarla ilgilenir:

Belki polis dosyaları karıştırılırsa öldürülen gençle ilgili kayıtlara rastlanır. Ya içimizin, iç dünyamızın tarihi? Böyle bir kayıtla karşılaşılamaz. (Sayfa 61)

İnsanlar onu hiç şaşırtmazlar ve o onlara –aslında tam tersidir durum- hiç sevgi beslemez:

Neden bazı insanlar, bazı şeyleri hiç bilmiyorlar? Duysalar, dinleseler, hatta karşılarında görseler bile bilmiyorlar. (Sayfa 30)

Ayrıca ben bir insansever değildim. Hiç belli etmemekle birlikte, birçok insanı sevmiyordum – sevmemek ne demek, nefret ediyordum. (Sayfa 73)


Hayata dair şu tüyler ürpertici tespitlere ne dense azdır:

Tarih boyunca bunun tersi bir olay görülmemiştir. Bekleyen dervişlerin evrenidir bu. Soğuk ve acımazsızların kaybettiği görülmemiştir. Ancak rüyalarda bir şeyler olur. (Sayfa 38)

Olmuyordu; sözler her zaman gerçek olmayan bir düzeyde yer alıyordu. Öldürülen öğrencinin hikâyesi, ‘görgü tanıkları’ tarafından bir türlü anlatılıyordu, morg raporlarına başka türlü geçiyordu. Gazeteler de haberi başka türlü yazıyorlardı. Mecliste ‘muhalefet mensupları’ kürsüden başka türlü dile getiriyorlardı. Sonra bir akşam, çıplak bir bekâr odasında ‘merhumun yakınları’ olayı, daha önce anlatılanlardan çok başka bir biçimde, olağanüstü bir havada arkadaşlarına yansıtıyorlardı. Bence insanlar bu yüzden anlaşamıyorlardı: Herkes başka dili konuşuyordu. (Sayfa 51)



Gidişata dair çarpıcı bir tespit ise şöyle yer bulur sayfalarda:

Bu ülke, soruların yanlış sorulması yüzünden batıyor zaten. (Sayfa 45)





Eylembilim

Öncelikle, eylem sözcüğünün anlamı üzerine düşünmek gerekiyor. Eylem, Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi sözlüğünde şu şekilde tanımlanmaktadır: “Bir durumu değiştirme veya daha ileriye götürme yönünde etkide bulunma çabası.”

Eserde, karşıt görüşe sahip öğrenci grupları arasında çıkan mücadelelerden bahsedilmekte ve eylemcilerin neyi, neden ve nasıl yaptıklarından habersiz olduklarından söz edilmektedir. Sayfa otuz dokuzda, öğrencilerin ölen arkadaşları adına üniversitede bir forum düzenlemesi konu edilir. Öğrenciler, en ön sıraya ‘bilimi’ temsil eden akademisyenleri oturtur ve eleştirel bir tavırla onları –Server Gözbudak da aralarındadır- adeta çevrelerler:

Bir eyleme doğru gidiliyordu ve en ön sırada oturan ‘bilim’, ‘eylem’ tarafından kuşatılmıştı.  (Sayfa 39)


Şu karmaşık ifade de, eylemlerin çeşitliliği ve anlamı üzerine düşündürücüdür. İntihar eylemi üzerine düşünenlerin aydın/sorumlu kişiler olduğu vurgulanır:

Elbette ölüm, yani bizim tanımlamaya çalıştığımız intihar eylemi, kendini yetiştirenlerin eylemidir. (Çok fazla içiyordum.) Toplumdaki yürümeyen budalalıkları, kendi kişisel dertleri olacak kadar duyanlar onlardır. İşçi sınıfı henüz bu duyarlığa ulaşmamıştır. Dostoyevski’yi ya da Kafka’yı okumaktan çekinirler …” (Sayfa 78)

Oğuz Atay’ın eyleme karşı olmadığı söylenmelidir. Eylemin bilinçli bir şekilde yapılması gerekliliğini vurgulamaktadır. Eylembilim, bilimle aydınlanmış ve kişisel sorgulamadan geçmiş bir eylem biçimi olmalıdır bu bilgiler ışığında.


Hepimiz için, eylembilimi bilmek gerek önce… Anlamak… Uygulamak ardından… Değişsin diye ‘eylem’… Bilinsin diye bilim…


Sevdiklerim

*Oğuz Atay’ın ta kendisi.
*Server Gözbudak’ın isminin anlamı. / Server Farsça’da baş-reis anlamına geliyor. “Gözünü budaktan sakınmamak” diye bir deyime benzer bir soyadı da ilginç. Kahramanın içsel cesaretine yönelik bir işaret olarak algılanabilir bu tespitler.
*Eylembilim


Üç tanımla kitap

*Eylemsizliğe/Bilinçsiz eyleme yergi
*İronik/alaycı Atay
*Bilinçli mutsuzluk


30.01.12 ÖNDER ŞİT